Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Ocak 2014 Cumartesi

Ev Okulu Hakkında Bilgi

 http://sormabulmadunyasi.blogspot.com/2014/01/evokulu-hakkndaki-6-yanls-bilgiyi.html#comment-form

Yukarda linkini verdiğim "Fili tuttuğum yerden bir de ben tarif edeyim" bloğunun yazarının" Ev Okulu" hakkında çeviri yazısı ve aralara kattığı yorumları yazı uzun olmasına rağmen okunmaya değer. Siz uzun yazı okumayı sevmiyorsanız bir kaç postada okuyun. Çocuklarımız için değer.

 

Evokulu Hakkındaki 6 Yanlış Bilgiyi Düzeltelim (Çeviri)

Fotoğraf orijinal yazıdan alınmıştır.


Bu yazının yazarı Amerikalı bir kadın Laura Grace Walden. 4 çocuğuna evokulu ile eğitim veriyor ve bir çiftlikte yaşıyor (http://bitofearthfarm.wordpress.com/). Çevirdiğim bu makalesi de şurada yayınlanmıştı: http://simplehomeschool.net/homeschooling-misconceptions/
Biraz uzun bir yazı ama sıklıkla karşılaştığım her soruya, eleştiriye kendi hayatından örneklerle cevap vermiş. Her soruya ayrı ayrı cevap vermektense, bu şekilde toplu halde cevaplamak akıldaki soru işaretlerinin tümünü silebilir belki... Çev=çeviren kısımları benim kendi görüşlerimi içeriyor.

Bir doğa gezimiz (field trip) sırasında tanıştığımız kara kaplumbağası. Kontes hayvanlardan korkmuyor ya da tiksinmiyor.
Ev Okulu Hakkındaki 6 Yanlış Bilgiyi Düzeltelim
Hiçbir zaman evokulu yapmayı düşünmemiştim. Ben mükemmel birer devlet okulu öğretmenlerinin kızı, yeğeni ve torunuyum. Çocuklarımın okula gittiği dönemlerde, büyük bir keyifle, okul aile birliklerinde çalıştım ve çocukların sınıflarında gönüllü olarak bulundum. Sistemin kusurlu yanlarını içeriden değiştirmek için elimden geleni yaptığıma inanıyordum (çev: Sık duyduğum bir cümle: "Senin yaptıklarının hepsini biz de okuldan sonra yapıyoruz, okula göndermenin ne zararı var ki?")
Yine de okulun çocuklarım için uygun olmadığını görüyordum. 4 yaşındaki çocuğum halihazırda okumayı biliyordu, ama yine de anaokulunda okuma fişleri ile alıştırma yapmaya ihtiyacı vardı. Tatlı ama dikkatsiz 2. sınıf öğrencisi oğlum, öğretmeni tarafından Ritalin (çev: Dikkat eksiliği bozukluğunda kullanılan bir ilaç) için iyi bir aday olarak kabul ediliyordu. 5. sınıfa giden çocuğum ise üniversite düzeyinde çalışmalar yapabilecek durumdaydı, ancak ileri zekalılar için uygulanan programdaki devlet kesintileri yüzünden (çev: Türkiye'deki tek ileri zekalılara özel, İstanbul Çemberlitaş'taki devlet okulu geçtiğimiz senelerde kapatıldı) sınıfın geri kalanı ile birlikte, sınıf düzeyinde müfredat takip etmek zorundaydı. Lise birinci sınıfa giden çocuğum ise "onur öğrencisi" oldu ancak okuldan nefret ediyordu. Nefretinin sebebi sadece ev ödevlerinin ağırlığı değildi, ayrıca okuldaki bazı gençler tarafından taciz edilmekteydi.
Ve bu gençler bir gün okul koridorunda oğluma silah çekip günün sonunu görecek kadar uzun yaşayamayacağını söyleyince, bir gecede ev okulu yapmaya başladık. Okul yetkilileri tacizi hafifletmek için hiçbir şey yapmadıkları gibi polis bile çağırmamışlardı.
Ertesi gün evokulu yapmamak için ileri sürdüğüm tüm nedenlerle birlikte çocuklarım da bana bakıyorlardı. Çocuklarım kendi şartlarında öğrenmeye istekliydiler.
İşte böylece evokulu yapmamak için ileri sürdüğüm ve sonra böyle düşünmekle hatalı olduğumu gördüğüm birkaç yanlış bilgiyi düzelttim
1. Sadece okulda alınan eğitim, eğitim sayılır.
Anneannesiyle soğan eken Kontes. Her fırsatta bir yerlere tohum ekiyoruz, en büyük zevki...
Çocuklarım zenginleştirici bir ev ortamında büyüyorlardı. Her gün yüksek sesle kitap okuyor ve geniş kapsamlı sohbetler yapıyorduk. Parklara, müzelere ve oyun alanlarına gidiyorduk. Ama örgün yani okulda alınan eğitimin ayrı bir yeri ve değeri olduğu bilgisi ile büyütülmüştüm. Yine de, çocuklarımın merak dediğimiz canlılıkla dolu olduklarında daha büyük bir heyecanla öğrendiklerini gördüm. Aslında bu hepimiz için geçerlidir: İlgi alanlarımız konusunda öğrendiklerimiz aklımızda kalır. Eğer ilgimizi çekmeyen bir konuysa, öğrendiklerimizin çoğunu sınıfı geçtikten sonra unutma eğilimindeyizdir.
İnanması zor olsa da çalışmalar göstermektedir ki yüksek test puanları ile sığ düşünme paralel gitmektedir. (Aslında çocukları testler için hazırlarken ve "Sorunun cevabı hakkında tekrar düşünme" derken, belki de bu gerçeği zaten kabul etmekteyiz)
Bir konu hakkında meraklı olduğumuzda sadece öğrendiklerimizi unutmamakla kalmaz, ayrıca meraklı olduğumuz konunun bizi yönlendirdiği diğer ilgili konuların peşine düşmek için de ilham kazanırız. Bu durumu, ev okuluna başlamadan bir önceki yaz tecrübe etmiştim.
Okulda dikkat eksikliği sorunu yaşayan 8 yaşındaki oğlum, piknikte balza ağacından bir uçakla oynuyordu. Bu tahta uçağı, kendisi de pilot olan ve kendi uçağını kullanan bir aile dostumuz getirmişti pikniğe. Çocuklar oynarken uçak bozuldu. Diğer çocuklar uçakla oynamayı bıraktılar, ancak oğlum uçağın parçalarını farklı biçimlerde bir araya getirerek yeni bir tür uçak yaptı. Oyuncak uçağın sahibi olan beyefendi oğluma birkaç değişiklik gösterdi ve uçması olanaksızmış gibi görünen uçak uçtu.
O günden sonra oğlum bir arayışın içine düştü. Her kütüphane ziyaretimizden Bernoulli ilkesini anlatan (çev: Bernoulli ilkesi için şu yazıma ve kızımla oynadığımız oyuna göz atabilirsiniz), havacılık tarihi ve deneysel uçaklarla ilgili kitaplar yüklenerek dönüyordu. Kendi tasarlayacağı modelleri yapabilmek için balza ağacı almamız için yalvarıyordu. Yaptığı her model önceki hatalarının üstesinden geldikçe daha da gelişmiş, komplike bir hal alıyordu.
Pilot olan arkadaşımız, bir sonraki karşılaşmamızda oğlumu Cessna tipi uçağında kendisiyle birlikte uçmaya davet etti. Oğlumun yaz tatilinin en ilginç olayı da bu oldu. Oğlumun uçaklara olan ilgisi zamanla azaldı, ama o dönem edindiği bilgiler kaybolmadı. Kendi kendisine bilim, tarih, matematik öğretti ve daha da önemlisi kendi kendine ne kadar becerikli olduğunu göstermiş oldu. 
Oğlumun uğraşısını, Mindset: The New Psychology of Success (Düşünce Biçimi (Zihniyet): Başarının Yeni Psikolojisi) kitabının yazarı araştırmacı Carol Dweck "gelişen düşünme biçimi" olarak tanımlamaktadır. Buna göre kavrayış, amaçlı uğraşılar sonucu meydana gelmektedir. Böylece yetenek ve zeka, değişmez özellikler olmayıp, devamlılık ile birlikte gelişmektedir. Gelişen düşünme biçimi, hayat boyu kazanılan esneklik ve başarı ile bağlantılıdır. İşte asıl kayda değer eğitim budur!

Kızım yüzme öğrenmek için deli oluyordu. Bir ay yüzme dersi aldı ve 3 yaşında kolluksuz, desteksiz yüzmeye başladı. Hemen hemen yılın 6 ayı, günün 6-7 saati sudan çıkmıyor. Fotoğrafta yüzme dersi alırken görülüyor. Şimdi de suyun altından gidebilmek için deli gibi uğraşıyor.
2. Çocuklar Sınıf Seviyesini Takip Etmelidirler.
Kızımla babası gölge tiyatrosu yaparken...
Daha önceleri evokulu yapanların, yaygın öğretimdeki eğitim müfredatını takip etmek zorunda olduklarını sanıyordum. Ne demek istediğimi biliyorsunuz - eğer çocuk ikinci sınıfa geçmişse antik Roma tarihi, çarpma ve zarfları öğrenmenin zamanı demektir (çev: İkinci sınıfta antik Roma tarihi ve zarflar öğretiliyor mu Türkiye'de? Benim bildiğim kadarıyla Türkiye'de ilkokul yani ilk 4 sene boyunca okuma-yazma ve tek haneli rakamlarla iki işlem öğretiliyor.). Benim ailem içinse aşırı okulvari yaklaşım hiçbir zaman mantıklı olmadı. Bunun için onlarca neden sıralayabilirim, ama bence en önemli neden şu:

Çocuklar eşit şekilde gelişmezler. Okumaları çok ileride iken, matematikte zorlanabilirler; ya da yaratıcı hikayeler uydurabilirler ama bu hikayeleri yazmak için kolayca koordine olamayabilirler (çev: Benim kızıma uyan bir örnek olmuş. Tüm gününü inanılmaz hikayeler uydurarak geçiriyor, herkes okuyabildiğini düşünüyor çünkü kitap sayfalarını çevire çevire hikayeler anlatıyor ama ince motor gelişimi geriden geliyor kızımın, çizgi takip ederek çizmekten ya da kesmekten hoşlanmıyor, sınırlı boyama yapamıyor neredeyse 4,5 yaşında).
Bernoulli’s principle
Bernoulli’s principle
Eğer okulda eşit olarak ilerlemezlerse, ilgi, eksik oldukları nokta üzerine yoğunlaşır (fazladan yardım, daha kolay ve tekrarlamaya dayalı ödevler ya da daha da kötüsü etiketler, kötü notlar).

Ama okul dışında güçlü olduğu tarafların üzerinde durmak daha kolaydır, diğer alanlarda ise yavaş yavaş uzmanlaşır ve üstelik bunlar hiçbir zaman "eksiklik" olarak algılanmaz (çev: Eğer kızım anaokuluna gitseydi, tıpkı arkadaşlarına yapıldığı gibi kızım için de öğretmeninden şöyle geri bildirimler gelecekti "Kontes zeki bir çocuk. Ancak yazı yazma konusunda arkadaşlarından geride. İnce motor gelişimi eksik. Bu eksikliğini kapatabilmek için evde fazladan çizim çalışmanız gerekmekte.". Oysa ben kızımın 10 yaşına geldiğinde hala yazı yazamayan ve sınırlı boyayamayan bir çocuk olacağını sanmıyorum. Fiziki bir sıkıntısı yok, sadece ilgisi farklı yönde. Çizim çalıştırmaktansa, öykü anlatmasını teşvik etmeyi tercih ediyorum. Gölge Tiyatrosu da bu teşviklerden sadece bir tanesi. Ünlü şair Nazım Hikmet Ran'ın, Bahriye Mektebi'nde okuduğu yıllarda bir diğer ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı'dan özel dersler aldığını biliyor muydunuz? Nazım Hikmet, dil ve tarih konusunda değil de "eksik" olduğu varsayılabilecek fizik ve matematik alanlarında özel ders alsaydı şiir kariyeri etkilenir miydi acaba?). Son araştırmalar çocukların kendi kendilerini ayarlama (self-regulating) konusunda dikkat çekecek derecede iyi olduklarını ortaya koymaktadır. Çok kolay ya da çok karışık bilgileri yok sayarken, yeterli miktarda zorlandıkları olaylardan öğrenmektedirler (Goldilocks Etkisi) (çev: Sadece çocuklar mı? Yetişkinler de çok kolay ya da çok karışık bilgileri yok saymıyor mu? Hangimiz dünyanın bir ucunda kamera ile çekilen görüntülerin nasıl olup da havada uça uça gelip bizim oturma odamızdaki televizyonumuzda izlenebilir hale geldiğini merak edip araştırdık? Hangimiz Avrupa kıtasındaki bir faks makinesine konan yazılı bir belgenin nasıl olup da dakikalar içinde Amerika kıtasındaki belirli numaralı başka bir faks makinesinden tıpatıp aynı kopyasının çıktığını merak edip de öğrendik? Yağ lekelerini en kolay karbonat çıkarıyor veya elma dilimlerinin üzerini su doldurup beklet kendiliğinden sirke olur dediğimde, çoğu kişi tarafından bu bilgilerin yok sayıldığını, daha karmaşık cevaplar beklendiğini de çok gözlemledim.)

Örneğin evokulu yapanlar arasında iyi bilinir ki çocukların çoğu beş altı yaşlarında henüz okumaya hazır değillerdir (çev: Çok zeki ve çok yetenekli olduğunu düşündüğüm yazar-senarist Gülse Birsel, "66 Ay Mağduruyum" isimli yazısında, 6 yaşında okula başladığı halde okuma yazma öğrenemediğini, ancak 7 yaşına geldiğinde bir gün içinde okuma yazma öğrendiğini anlatıyor.). Bazıları birkaç yıl daha hazır olamazlar. Okul için bu bir kriz durumudur, çünkü okulda öğretilen her şey okumayla öğretilmektedir. Okuyamayan çocukların ise hevesleri kırılır ve kendilerini damgalanmış olarak görürler (çev: Gülse Birsel yazısında "Hayatımda kendimi başarısız, aptal ve ezik hissettiğim tek dönemdir o 66 aylıkken yaşadığım dört ay!" diyerek duygularını ifade etmiş.).

Öğrenme yöntemleri konusunda zenginlik taşıyan evokulunda ise çocuğun okuyabilip okuyamaması önemli değildir, çünkü evokulu son derece uyarlanabilir bir sistemdir. Evokulu sisteminde, henüz okuyamıyorken birden bire Harry Potter serilerini okumaya başlayan çocuklara dair bolca hikaye vardır.

Yakın tarihli bir çalışma göstermektedir ki  ailelerinin okumaları için zorlamadıkları, bunun yerine okumanın keyfi üzerinde durulan evlerde evokulu yapan çocuklar okumayı geç de öğrenseler, erken de öğrenseler arzu dolu okurlar olmaktadırlar (çev: Kızıma okuma ile ilgili hiçbir alıştırma yaptırmıyorum. Hatta gününü hikayeler anlatarak geçirdiği için okuma öğrenmesini özellikle geciktirmek istiyorum. Ancak ne geciktirmek ne de hızlandırmak benim elimde. 4 yaş, 4 aylıkken babası bir gün bana "Kontes'in bütün harfleri bildiğini, gösterdiğim kelimelerdeki harfleri tek tek saydığını ve kendi kendine heceleme çalışmaları yaptığını biliyor musun?" dedi, çok şaşırdım. Mesela "Bu harf B, bu da A. Yanyana gelince BEA diye okunur" diyor :) Son zamanlarda kitap okurken okuduğum yeri parmağımla takip etmemi istiyordu. Demek ki kendi kendine okuma öğrenme çabasındaymış.).

Bizim ailemizde, çocuklarımızın zaman içinde her türlü konuda daha hevesli oluklarını ve daha kusursuz hale geldiklerini gördük. Belirli bir sınıf düzeyinde ilerleme beklentisi, bizim ailemiz açısından sınırlandırıcı olmaktaydı.


Kontes bölgemizdeki kreşin kütüphane etkinliğinde...


3. Evokulu yapan ebeveynler öğretmen/koç/yönetici olmalıdırlar.
Kızım ata biniyor. Sabah 8 - akşam 6 arası kreşte olsaydı, ata binmeye vakti kalmayacaktı.

Çocuklarıma annelik yapmak benim için, her zaman zenginleştirici bir deneyim oldu (tamam, belki kolik oldukları sıralarda pek değildi). Annelikten başka bir rol üstlenmek istemiyordum. Zamanla fark ettim ki, evokulu da yapsam annelikten başka bir rol üstlenmek zorunda değilim. Evokulunun acil bir stres azaltma yöntemi olduğunu fark ettik. Çocuklarım yeteri kadar uyuyup uykularını alıyorlar ve günboyu koşturmak zorunda değiller.

Sohbet etmek, okumak, sanat projeleri hazırlamak, deneyler yapmak, sorularına cevap bulmak ve maceralara atılmak için gün içinde yeteri kadar zamanları var. Hayatımıza ziller değil, ilgi alanlarımız yön veriyor. Böylece benim kontrol etmem gereken alanlar azalıyor. 

Kültürümüzde, yetişkin kontrollü etkinliklere çok fazla vurgu yapıldığını ve bunun aslında amaca zararının dokunduğunu düşünüyorum. Biz, çocukların ancak en yeni eğitici oyuncaklardan ve elektronik aletlerden, antrenör eşliğinde yapılan sporlardan, pek çok ders alarak ve diğer yetişkin kontrollü ve yetişkinler tarafından tasarlanmış-planlanmış çabalardan fayda göreceklerini varsayıyoruz  (çev: Özellikle İstanbul'da çocuk parklarında bile çocukları özgür bırakmıyoruz. Yetişkinler çocuklara "zarar gelmesin" diye sürekli çocukların ense köklerinde duruyorlar. Hele çocukların kavga etmelerine asla müsaade edilmiyor, hemen araya bir yetişkin giriyor. Çocukların kavga ve tartışma sırasında öğrendikleri ve yetişkin müdahalesinin bu öğrenme sürecini kestiği fark edilmiyor.). İyiniyetli ebeveynler, çocuklarına tüm bu avantajları sağlamak için çok çalışıyorlar. Oysa anne babaların bu çabalarının olumlu sonuçlar verdiğine dair çok sınırlı kanıt var.

Tüm bu çabaların altında yatan neden, öğrenmenin talimatlardan kaynaklandığını zannetmemiz. Bu mantık gereği, yetişkinin yönlendirdiği eğitim yolları arttıkça çocuğun daha çok yararına olacaktır. Ancak araştırmalar çocukların doğuştan, yaratıcı bir biçimde sorun çözmeye programlı olduklarını ve yetişkin doğrudan talimat verdiğinde, aslında çocuğun engellendiğini göstermektedir.

Yetişkin müdahalesi deneyimi çocuğun hayatındaki bir yılda, binlerce kez tekrarlanır ve böylece çocuğa sorunların çözümünü yetkililerden beklemesi öğretilmiş olur ve böylece daha düz ama daha az yenilikçi düşünmesine neden olunur.

Araştırmalar ayrıca çocuğun yetişkin yönetimindeki aktiviteleri azaltmak için doğal bir motivasyonu olduğunu göstermektedir. Eğer çocuklar sıkı bir şekilde, hazırlanmış eğlenceye odaklı olarak büyütülmemişlerse, doğal olarak serbest oyuna ve keşif temelli öğrenmeye yöneleceklerdir. Oyunlar uydururlar, hayal kurarlar, rol yaparlar, kendi projelerini hayata geçirirler - bu sırada gerekli olduğunda yetişkinlere sadece kaynak bulma ve yol gösterme ihtiyaçları için başvururlar. İçgüdüsel olarak uzmanlaşmaya yönelirler.

Çocuklarım bana motive edilmiş (harekete geçirilmiş) kendi kendini yönetme (self-direction) durumunun gençlik yıllarında nasıl yüksek vitese takıldığını gösterdiler. Kürekle ahır temizleyerek kendi paralarını kazandılar, bu parayı klasik model bir araba satın almak ve tamir etmek için harcadılar, sırt çantasıyla bir aylık bir seyahate çıktılar ve yatak odası büyüklüğünde bir kayıt stüdyosu inşa ettiler.

Ve vazgeçmemek ısrarıyla kendi isteklerinin peşine düştükleri yıllarda gayda takımı kurdular, yaban hayat rehabilitasyonu ile ilgilendiler, çiftçilik yaptılar ve kendi burslarını kazandılar. Evokulu bize, genç bir insanın gitgide büyüyen bağımsızlaşma ihtiyacını, yararlı bir rehberlik sunarak teşvik etmemiz için yardımcı oldu.

Kasabanın parkında serbest oyun saati...


4. İyi bir eğitim sağlamaya gücüm yetmez.
Kızımı aşağı yukarı ayda bir akülü arabaya binmeye götürüyoruz. Günümüzde araba kullanma eğitiminin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdiden viraja gelmeden gaz kesmesi ve virajları dar alması gerektiğini kendiliğinden öğrendi.

Evokulu yapmaya yeni başlayanları çoğu gibi ben de müzik sınıfından kimya laboratuarına kadar okuldaki her şeyi kopya etmem gerekeceğini düşünüyordum. Ve biliyordum ki bunun için ne zamanım, ne enerjim, ne de maddi durumum yeterliydi.

Ama çok kısa bir sürede fark ettik ki etrafımız sonraki kuşağa kendi bilgi ve becerilerini aktarmak için istekli yetişkinlerle çevrili, üstelik bunu hemen her zaman bedava yapıyorlar (çev: Kızımın at bindiği çiftlikte 12 yaşlarında bir köylü çocuğu var. Çiftlikte zaman zaman yardımcı oluyor, getir götür işi yapıyor, çocuklar ata binerken atın eğerinden tutuyor vs. Karşılığında ata binip gezintiye çıkmasına izin veriyorlar. Sağır olduğu için kulaklık takan ve genellikle hafif kambur yürüyen o sessiz çocuk, atın üzerine eğersiz binip de atı koşturmaya başladığında nasıl değişiyor görmelisiniz. Belli ki kendi evinde at besleyebilecek koşulları yok ama o, at binme tutkusunun peşini bırakmamış. Son zamanlarda "scooter" tarzı motorsiklet kullanmaya başladığını da gördüm. Tutkusu çok açık, umarım tutkusunun peşinden gitmesine fırsat tanırlar.).

Böyle insanları etnik merkezlerde, müzelerde, kütüphanelerde, üniversitelerde, kiliselerde, hizmet kuruluşlarında, ayrıca kaya avı kulüpleri (çev: Kaya avının ne olduğunu merak edenler şu sayfaya bakabilir. Sayfanın altındaki "next" yazan kırmızı düğmeye tıklarsanız diğer resme geçebilir ve resimleri büyütmek için de üstlerine tıklayabilirsiniz. Özetle yerbilimciliği (jeoloji) alanına girmektedir.), amatör radyo yayıncıları ve gökbilim (astronomi) meraklılarının arasında bulabilirsiniz. Benim çocuklarımın hayatları biyologlar, çömlekçiler, mühendisler, yerbilimciler, girişimci işadamları, arkeologlar, organik üretim yapan çiftçiler, model trenyolu yapanlar, meteoroloji uzmanları (bu liste sayfa boyunca uzayabilir) arasında aydınlandı.

İnsanlar bildiklerini biraz paylaşmaları istendiğinde bundan onur duyuyorlar. Genç insanların geleneksel biçimde kendi toplumları içinde etkileyici şeyler yapan yetişkinlerden, özellikle de umutsuzca rol model arayışı içinde oldukları ilk gençlik yıllarında ayrı tutulmaları çok üzücü. 

Ayrıca evokulu yapan diğer kişilerle toplanarak sayısız saha gezilerine (field trips), zenginleştirici programlara, oyun günlerine, kulüplere ve öğrenme kooperatifleri derslerine katıldık (çev: Kızımı kreşe göndermediğim için en çok duyduğum sorulardan biri de "Evde bütün gün ne yapıyorsunuz?" oluyor. Özetle "Evde değiliz ki..." diyorum. Kızım arkadaşları ile birlikte kasaba meydanında serbest oyunlar oynuyor, arkadaşları ile birlikte civar bölgelerdeki antik kent kalıntılarını ya da dağı bayırı geziyor, kasabamızdaki özel kreşin turşu yapımı, fidan dikimi, toplu olarak sinemaya, kahvaltıya gitme vs gibi etkinliklerine katılıyor, ata biniyor, İngiliz bir kadınla birlikte her hafta 2 saat geçirerek farklı bir dilde iletişim kurmayı öğreniyor vs vs. Ayrıca kafamı kurcalayan bir de şu sorun var: "Ben 2,5 yaşından itibaren kreşe gitmişim. Ama bana bu soruyu soran insanların hiçbiri şahsen kreşe gitmemişler. Benim çocukluğumdan bu yana geçen 30 sene içerisinde ne değişti ki, kendisi hiç kreşe gitmemiş insanlar, çocukların kreşe gitmek zorunda olduklarını düşünür oldular?).

Çocuklarım Şekspir (Shakespeare) sonelerini canlandırdılar, fabrikalara turlar düzenlediler, koyun kırktılar, yelkenli yarışlarına katıldılar, kimyayı doktorları bir kimyagerden öğrendiler, anayasal tartışmalara katıldılar, robotik turnuvalarda yarıştılar, kendi tasarımları olan bir "hovercraft" (çev: hem karada hem de denizde gidebilen bir taşıt) yaptılar, yıldızların konumlarını hesapladılar, dünya çapında müzisyenlerle müzik yaptılar ve bir bilim yarışmasını kazandıktan sonra, bir öğleden sonralarını bir astronotla birlikte geçirdiler. Bunların hepsi tamamen ya da neredeyse bedavaydı. (çev: Günün 11 saatini okulda ve okul yolunda geçiren bir çocuğa tüm bunları yaptırmaya kalkarsanız, haftasonunu iptal etmiş olursunuz. Çocuğa kendine ayıracak zaman kalmaz. Dolayısıyla okul ile bu zenginleştirici deneyimler arasında seçim yapmak zorunda kalırsınız bir noktada.)

Bazı konular gerçekten zorlu olabiliyordu. Bu durumda ya bir uzmandan takas usulüyle yardım alıyorduk ya da devlet üniversitesinde ilgili bir derse katılıyorduk. Ayrıca kütüphane sistemimizin dikkat çekici kaynak zenginliğinden yararlanmak suretiyle de ciddi biçimde kâra geçtik.

Elbette Ekvator'da bisiklet sürerek ya da Avrupa şatolarında avare dolaşarak öğrenimlerini yapan evokulu ailelerini kıskanıyorum. Yine de benim, bu sineğin yağını çıkartır tavrım karşısında bile çocuklarımın hiçbir şey kaybetmediklerini biliyorum. Çünkü yapılan çalışmalara göre okul çocuklarının üçte ikisi sınıfta sıkıldıklarını söylemektedirler.
(çev: Adını sık duyduğum özel bir ilkokulun senelik ücretinin 1 sınıflar için 32.000 TL, 3. sınıflar için 40.000 TL olduğunu öğrendim. Burada yazar ülkesindeki ücretsiz devlet okulu sistemi ile evokulu sistemini karşılaştırıyor. Oysa Türkiye'de artık devlet okuluna gitmek hemen hemen imkansız durumda. Okula çocuğu getirmek götürmek ayrı dert, bir de devlet okulları saat 15.00'da bitiyor. Çalışan anne ayrıca kendi mesai saati bitimine kadar çocukla ilgilenmek üzere ya bir bakıcı tutmak ya da bir etüt merkezi ile anlaşmak zorunda kalıyor ki, çocuk eve veya etüt merkezine de servis ile gitmek zorunda, bunun da ayrıca maliyeti var. Bu nedenle çoğu arkadaşım özel okula göndermeyi tercih ediyor. Evokulu her koşulda daha ucuz. Kızım İngiliz bir öğretmenden İngilizce ders alıyor, 4 çocukla birlikte özel bir İngilizce oyun grubuna katılıyor, özel bir kreşin etkinliklerine katılıyor, at biniyor, org dersi alıyor, el işi etkinlikleri için aylık bir kutuya üye ve yine de arkadaşlarımın İstanbul'da kreşe ödedikleri paradan çok daha azını, hemen hemen yarısını ödüyorum. Eğitim masraflarını karşılayamayacaklarını düşündükleri için ikinci çocuğu yapmaktan vazgeçen arkadaşlarım var.)

Derin öğrenim (deep scholarship) ve ellerle öğrenmek (hands on learning) evokulunun diğer eğlenceli yönleridir.

Kızım kreşten arkadaşları ile birlikte ev gezmesinde.


5. Ev okulu yaparsam çocuğum arkadaşlarından mahrum kalacaktır.
Kızım ve en yakın arkadaşı evtipi antik Likya mezarını ziyaret ederken...

Her ne kadar okulun aynı yaş grupları arasında bir dostluk kurma kaynağı olduğuna güveniyor olsak, farkettim ki okullar sosyalleşmek için kurulmuş kurumlar değil (çev: Bana en sık gelen sorulardan biri de bu oluyor: "Çocuğun arkadaşa ihtiyacı var?". Doğru, ben de onun arkadaş edinmesi için elimden geleni yapıyorum. Ben kendim kreşe gittim. Kreş yıllarından hala zaman zaman görüştüğüm 1, ilkokuldan 1, ortaokul ve liseyi 7 sene birlikte okuduğum arkadaşlarımdan 1, üniversiteden 2 ve 12 senedir çalıştığım işyerimden, iş dışında düzenli olarak görüştüğüm 2 arkadaşım var. Dolayısıyla aynı anda 30 tane arkadaşa sahip olmanın "daha iyi" olduğuna inanmıyorum. Arkadaş edinmekten kasıt derin bağlar kurmak değil de sadece sosyal bir çevrede bulunmak ise kızım her gün kışın kasaba meydanında, yazın kasabanın plajlarında istemediğim kadar çok kalabalık bir çocuk grubunun içinde oluyor. Gün boyu boş olduğumuzdan, her gelenle ayrı ayrı oynuyor. Öğlencilerle sabah oynuyor, sabahçılarla öğleden sonra oynuyor, tüm gün gidenlerle saat 3 ve 5'ten sonra oynuyor. Yazları her gün tatilcilerden biriyle arkadaş oluyor. Öyle ki bazı günler evden, hatta odasından dışarı çıkmak istemiyor, sanırım kendisini şarj ediyor. Ayrıca sürekli aynı yaş grupları ile oynamıyor. Kendisinden büyükleri gözlemliyor, kendisinden küçükleri idare etmeyi öğreniyor.)

Laurence Steinberg'in kaleme aldığı "Beyond the Classroom" (Sınıfın Ötesinde) isimli kitaba göre, okul çocuklarının yüzde beşten az bir kısmı akademik başarıyı değerli bulan akran gruplarına dahildir - aynı zamanda baskın akranlardan gelen baskı, gençleri başarısızlığa doğru itmektedir.

Evokulu yapan çocukların, okulda okuyan yaşıtlarına göre daha iyi sosyal becerileri ve daha az davranış sorunları olduğuna dair araştırmalar mevcuttur. (Radford Üniversitesi'ne 1992 yılında sunulan söz konusu yüksek lisans tezine buradan ulaşabilirsiniz: http://myplace.frontier.com/~thomas.smedley/smedleys.htm) (çev: Ki ben bunu kendime ve kendi çocuğuma bakarak da görebiliyorum. Ben kendim kreşte büyümüş bir çocuğum, eşimse ilkokula kadar ve ilkokulda da okuldan sonraları sokakta oynayarak büyümüş bir çocuk. Ben ilkoulda da pansiyonlu okulda okuduğumdan akşam 19.00'da evde olurdum ve sokakta hiç oynayamadım, sadece yaşıtlarımla ve bir yetişkin gözetiminde iletişime girerek büyüdüm. Eşim de, ben de içe dönük insanlarız. Ama eşimin sosyal becerileri benden kat be kat daha iyidir. Aynı şekilde kızım da içedönük bir çocuk. Ama sosyal becerilerinin dışa dönük olsalar bile kreşe giden yaşıtlarından şimdilik daha iyi olduğunu gözlemleyebiliyorum. Kızımın davranış sorunlarıysa hemen hemen hiç yok.)

Ayrıca evokulu yapan aileler toplum içinde daha aktif olma eğilimindedirler (çev: Ben içedönük biri olarak, iki senedir bulunduğum bölgede, 15 senedir burada olanlardan daha fazla insan tanıyorum. Çalışan kadınların sosyalleşmeye ayıracakları zamanları ve enerjileri olmuyor. Evlerine birini davet etmek ya da işten sonra birileri ile görüşek istemiyorlar. Daha çok, işten artan zamanlarını kendilerine ayırmak istiyorlar. Çocukları okulda olan evhanımları da çocukları olmadan sosyalleşmeye zaman ayırmıyorlar.  En fazla haftada bir çay saati düzenliyorlar. Ama kimsesizler yurduna giden, sahipsiz hayvan çiftliklerine yardım eden, yaşlılar evine ziyaretler düzenleyen vs sayısı çok çok az. Çocukları ile birlikte sosyalleşen aileler ise bunların herbirine daha çok zaman ayırıyorlar.). Başlangıçta çocukların değişik yaşlardaki ve yeteneklerdeki çocuklarla biraraya geldikleri evokulu toplantılarına alışmam zaman aldı. Tabii ki onlar birer çocuk ve mükemmellik abidesi değiller ama böyle neşeli, mutlu bir topluluğu birarada görmek beni de mutlu etti.

Arkadaş olarak, çocuklarım okul arkadaşlarının bir kısmı ile görüşmeye devam ettiler. Tanıdık çevremizi genişlettikçe, çocuklar da arkadaş çevrelerini genişletip daha başka arkadaşlar da edindiler. Yeni arkadaşlarından çoğu onlarla aşağı yukarı aynı yaşlardaydı ama bazıları onlardan onlarca yaş daha yaşlıydı ve bu da onlara, geniş ve değişken tecrübelerle şekillenen bir bakış açısı kazandırdı. Onlar çocuklarıma, kendilerine benzer diğer çocuklarla birarada bulundukları okulda bulamadıkları bir olgunluk yolu sundular.

Çocuklarımın arkadaşları arasında 70'li yaşlarında bir İskoçyalı beyefendi, otomotiv restorasyon meraklılarından oluşan bir grup, 60'lı yaşlarında bir yaban hayatı koruyucusu, sırt çantalı gezginlerden oluşan akranlar, farklı fiziksel engelleri olanlar, Hıristiyanlar, Budistler, ateistler, paganlar vardı; demek istediğimi anladınız sanırım (çev: Kızım da at çiftliğindeki öğretmenini ya da kütüphane memurunu yolda görünce "Anne bak, Ahmet arkadaşım burada" diyor. Gerçekten de akranları gibi arkadaşları olarak görüyor onları.).

Bu dostlukların gerçekleşmesinin nedeni çocuklarımın ilgilerini çeken her yöne doğru ilerlemeye zamanlarının olmasıydı.

Kontes, 6. ayından bu yana en samimi arkadaşı ile vakit geçirmeye de bayılıyor.


6. Evokulu bir tür deneydir.
 
Evimizden yürüme mesafesi 10 dakika uzaklıkta olan bu antik tiyatro kızımın en sevdiği mekanlardan biri. "Anne sana zeytinağacı olayım mı?" :) Arkadaşları ile ne piyesler sergiliyorlar bu tiyatronun sahnesinde...


Tıpkı diğer ebeveynler gibi ben de çocuklarıma, onların hayat boyu mutlu ve başarılı olabilmeleri için gerekli malzemeleri onlara sağlayabilmek için çabalıyorum. Gecenin geç saatinde, uyku tutmazken, bu konudaki şüphelerimi gözden geçirdim.

Ya evokulu onların elde edeceleri şansları sınırlarsa? Sonunda olaya çok dar bir bakış açısıyla baktığımı farkettim.

Okullaşmanın kendisi bir deneydi zaten. Dünya üstünde bulunduğu sürenin yüzde 99'unda insan ırkı bu kurum ile tanışmamıştı. (Çev: Bana da en sık gelen eleştiri: "Çocuğun üzerinde deney yapıyor, onu bilinmeze atıyorsun." "İnşallah çocuğun ileride bu seçiminden dolayı mutlu olur" (bunun iyiniyetli bir dilek olduğunu sanmıyorum, bu cümlenin altmetninde daha çok "Çocuğun ileride senin yüzünden mutsuz olacak!" şeklinde bir suçlama seziyorum) ve bir de "Çocuğun ileride senden hesap sorarsa ne cevap vereceksin?" şeklinde oluyor. Hepsi de aynı kapıya çıkıyor. Önceleri beni ve çocuğumu 1 saat sonra görmeyecek olan birinden bile bu tür kişisel saldırı içeren ifadeler gelmesini garipsiyordum ve sinirleniyordum. "Size ne?!" diyesim geliyordu. Ama sonra sonra fark ettim ki bu saldırının altında aslında bir "savunma" mekanizması yatıyor. İnsanlar kendi yaptıklarından, kendi seçtikleri yoldan emin değiller. Emin olmadıkları gibi çocuklarının mutsuzluklarını görüyor ve ailecek zorlanıyorlar. Ama başka bir yol seçmek ya ellerinde değil ya da cesaret edemiyorlar. Dolayısıyla başka bir yol seçtiğini söyleyen kişiye saldırarak içlerini rahatlatıyorlar. O nedenle bu tür eleştirileri önceleri: "Ben çocuğumu bilinmeze atıyor olabilirim, ama siz bile bile lades diyorsunuz. Sonunda çocuğunuzun sistem içinde bir çarklı olarak ezileceğini ve tıpkı sizin gibi zor bir hayat yaşayacağını biliyorsunuz, ben en azından ne olacağını henüz bilmiyorum ama eminim sizin elde edeceğinizden emin olduğunuz gelecekten daha kötü olmayacaktır" diyordum. Ya da "Çocuğum ileride benim seçimimden dolayı mutlu veya mutsuz olmayacak. Benim ona verdiğim eğitimin kalitesi belli edecek mutluluk derecesini. Bu kaliteyi belirlemeyi bir okulun sırtına yüklemiyorum, elimi taşın altına sokuyorum ben. Umarım sizin çocuğunuz da sizin, onun için seçtiğiniz okuldan, öğretmenlerden, arkadaşlardan, eğitim sisteminden dolayı mutlu olur." veya "Çocuğum ileride benden hesap sorarsa, sorumluluğu üstleniyorum ve bu sorunun karşılığını verebilmek için de 7/24 çalışıyor, sıkı bir mesai yapıyorum. Sizse çocuğunuz eğitim sorumluluğunu okullara, özel derslere yüklemişsiniz. Çocuğunuz ileride neden sistemin bir çarkı olarak ezildiğini ve kendisini değersiz hissettiğini size sorarsa, sizin işiniz kolay. Rahatlıkla ben elimden geleni yaptım, herkes aynı yola sapıyordu, ben de o yola saptım, üstelik o yolda en iyi okullarda okuttum seni, daha da başkası elimden gelmezdi deyip arkanıza yaslanabilirsiniz. Ama bana hesap sorulduğunda her günümün ayrı ayrı hesabını vermeyi ben şimdiden kabulleniyor ve o sorumlulukla hareket ediyorum" filan diyordum. Sonraları anladım ki boşuna zaman harcıyorum. Karşımdakiler de en az benim kadar zeki, benim vereceğim cevapları onlar zaten biliyorlar ama bu konuda düşünmek istemiyorlar. Konuşarak zaman kaybetmenin anlamı yok, ben yoluma bakıyorum. Eleştirenlere de "Kader, kısmet, bekleyelim görelim" türevinden cevaplar veriyorum :) İçsesimizin çoğu zaman doğruyu söylediğini anne olunca anladım ben. İçsesiniz eğer "Bebeği ağlamaya bırakma, al kollarının arasına sıkıca sarıl" diyorsa, doğru olan odur. Doktorların filan ne dediği umrumda değil. Hakeza, eğer içsesiniz "Bu okul sisteminde bir hata var" diyorsa ki biliyorum konuştuğum istisnasız herkes bunu söylüyor, o zaman doğru olan odur. Tartışmaya hiç gerek olmadan, zaten her ebeveyn bunu biliyor.)

İnsan ırkı çocuklarını zengin bir toplumsal eğitim ortamı içinde, geniş aileye yakın tutarak büyüttü ve genç insanların, sorumlu yetişkinler olacaklarına inandı. Bu sistem çok uzun bir süre, çağlar boyunca gayet iyi işledi.

Çocuklarımı okuldan alarak bugünün test ağırlıklı yaklaşımı benimsemiş sisteminden özgürleştirmiş oldum, ki bu sistemin yetişkin dönemdeki başarı ile yakından uzaktan alakası yoktur.

Her yıl 1200 saatini okulda harcamak yerine, gelecekteki başarılarını ve mutluluklarını doğrudan inşa etmek için zaman ayırabilirler. Yeni buluşlar, elleriyle öğrenmek ve anlamlı sorumluluklar gibi şeylere...

Tüm şüphelerimden kurtulduğum anlamına gelmiyordu elbette. Bazı günler (tamam tamam, aylar) endişeleniyordum. İnsanın, içine yerleşmiş bir zihniyetten kurtulabilmesi çok zor (çev: Ben 2,5 yaşından bu yana okuldayım. Kreşten başladım, doktora yaptım, halen akademik kariyerime devam ediyorum. Dolayısıyla ortalama 34 senedir okul kurumu içindeyim. Okul kurumu dışında bir eğitim sistemini içselleştirmem hiç de kolay olmuyor. Rekabete, karşılaştırmaya, testlere, sözlülere, sınanmalara, kınanmalara, övülmeye yani dışsal motivasyonla hareket etmeye, öğretilmeye, hazır hap bilgilere, öğrenmek için başkalarına muhtaç olmaya öyle alışmışım ki...)

Oysa şu anda çocuklarımın dördü de üniversitedeler ve kariyerlerine atılmış durumdalar.

Yakınlarda ailemle birlikte, aramızdaki yakınlığa şükrederek, akşam yemeği yemeye oturmuştuk. Çocuklarım üniversiteye mutlulukla gidiyorlar, baskı altında bile neşeyle karşılık veriyorlar ve öğrenme zevkini kaybetmiş değiller. Çocukların İskandinav mitolojisi, Mayısböceği feromonu, zeplin tarihi ve yeni filmlerden replikler hakkındaki neşeli konuşmalarıyla gülüştük.

Tüm bunların ne kadarının evokulundan kaynaklandığına emin değilim. Ama şuna eminim ki evokulu çocuklarıma, kendi olanaklarını keşfetmek için gerekli olan özgürlüğü sağladı. 

Ve bu da fazlasıyla yeterli.

Çeviren: Son olarak makalenin yazarından farklı olarak söylemek istediklerim var. Makalenin yazarı çocuklarının eğitimlerinde farklı alanları (koyun kırkmak, ahşap uçak yapmak, sırtçantası ile yalnız tatile çıkmak vb) kaleme alsa da sonucu üniversite eğitimine bağlamış. Oysa günümüzde doğrudan mesleğe yönelik bazı özel üniversiteler (konservatuar, güzel sanatlar vs) haricinde üniversite eğitimi de yeterli olmuyor. İnsanlar yüksek lisans, doktora yapmak ve yabancı dil öğrenmek için zamanlarını ve paralarını harcıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi mezunu olup da mühendislik yapan biriyle hiç karşılaşmadım ben. O bölüm mezunları sonunda hep pazarlamacı oluyorlar sanırım. Oysa Karadeniz'in bir dağ köyünden, bir ilkokul mezununun acayip icatlarını görüyoruz televizyonlarda. Bu işin bir orta yolu olmalı değil mi? Örneğin İşletme Fakültesi bence tamamen bir zaman kaybından başka bir şey değil. İnsanlar sadece diploma sahibi olabilmek için bitiriyorlar o fakülteyi. İşinde gayet başarılı olabilecek bir adam, o fakülteden diploma alabilmek için gençliğinin en verimli 4 senesini harcıyor ve sonunda genellikle üniversite mezunu bile olmayan birinin işyerinde maaşlı çalışan olarak işe giriyor. Ben ilköğretim ve liseyi geçtim, üniversite eğitiminin bile çökmekte olduğunu iddia ediyorum.

2009 yılında Kontes'e hamileyken yüksek lisans tezi yazmak üzere kazandığım bir burs ile gittiğim İsviçre'nin, Bern şehrindeki Einstein Müzesi girişindeyim...

Einstein'in aldığı dersin çizelgesi. Çizelgenin en sağında "Zahl der Zuhörer" yazıyor yani "Katılımcı Sayısı". Görüldüğü gibi derse katılan sadece 3 öğrenci varmış. Birisi Einstein, diğeri de ileride eşi olacak bir diğer öğrenci. Ben 1200 kişilik amfilerden mezun oldum ve daha da fazla sayıda öğrenciyi okutuyorum. Onların arasından bir Einstein çıkmasını beklemek hayalperestlik değil mi?
 Kaldı ki Einstein, kazandığı Nobel ödülü ile eşine ve oğluna olan nafaka borcunu ödemiş, yıllarca birlikte olduğu kadının evli olan bir Rus gizli ajanı olduğunu anlayamamış ve Almanya'dan önce atom bombası yapılmasını tavsiye ettiği ABD, Japonyayı bombalayınca "Hayattaki en büyük hatam budur" demiştir; dolayısıyla fizik ve matematik dehası bile olsa sosyal ilişkilerde "akıllıca" bir tutum sergileyememiş olduğu açıkça görülen biridir. Ayrıca Einstein lisede okulu bırakıp 1 senesini, evokulu tarzında İtalya'daki müzeleri ve sanat galerini gezerek ve lise diploması talep etmeyen Politeknik Okulu sınavlarını kazanabilmek için kendi kendine çalışarak değerlendirmiştir.


Okulsuz eğitim ile ilgili diğer yazılarım:
hovercraft
hovercraft
Linkwithi

17 yorum:

  1. merhaba, Türkiye'de ev okulu sistemi nasıl işliyor yada işliyor mu ? Siz ne zamana kadar ev okulu yapmayı planlıyorsunuz? Tamamen kişisel merakımdan soruyorum :)
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Merhaba,
      4+4+4 sistemi gelmeden önce yasal olarak sadece lise dışarıdan bitirilebiliyordu. Yeni sistem ile birlikte ortaokul da dışarıdan bitirilebilir duruma geldi. Yani şu anda yasal olarak sadece ilkokul yaygın eğiğim kapsamında okula gidilerek okunmak zorunda.

      Ancak bu bir idari zorunluluk. Yani çocuğunu okula göndermeyen aile sadece idari para cezası ödemek zorunda. Bunun dışında cezai yaptırımla karşılaşma ya da çocupun zorla okula gönderilmesi gibi bir ihtimal yok. İdari para cezasına çarptırılanların da sayısı çok çok az sanırım, öyle olmasa Doğu illerimizde okullaşma oranı düşük olmazdı.

      Ben kişisel olarak plan yapamıyorum. Türkiye'de 2 gün sonrasını bile planlıyamıyorum. O nedenle günü yaşıyorum. Şimdilik kızımın kreş zamanı, ben de kreşe göndermiyorum. İlkokula da yasal sürenin sonuna kadar yani 72 aylık olana kadar göndermeye niyetim yok. 72 aylık olunca da duruma bakarız, daha 2 senemiz var sanırım.

      Gönlümden geçen ise ilkokul ve ortaokul diplomasını dışarıdan sınava girerek alması yönünde. Lisede okula gitmekle dışarıdan okumak arasında seçimini kendi yapabilir. Daha erken bir dönemde okula gitme tercihi yaparsa onu da saygıyla karşılarım. Ama tabii dereyi görmeden paçaları sıvamak istemem. İnsanız neticede, ölüm var hastalık var. Şimdilik yarını düşünüyorum sadece...
  2. Türkiye de böyle bir sistem olduğunu bilmiyordum. Ben de merak ettim doğrusu
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Şöyle düşünün: Dağ köylerinde hiç okula gidememiş insanlar var. Hiçbiri de açlıktan ölmüyor. Hayvan yetiştiriyorlar, tarım yapıyorlar. Ya da Aşık Veysel'i düşünün, çocuk yaşında kör kalmış, ne okul ne de öğretmen bilmiş ama kendisi bir filozof. Ya da uçağı icat eden Wright kardeşler liseden sonra okumamış bisiklet tamircileriydiler. Yani insanoğlu yüzlerce yıl yaygın eğitim modeli okullar dışında eğitildi. Türkiye'de zaten yaygın eğitim çok çok yeni. Medreseler ve Enderun Mektebi dışında okul yoktu.

      Dolayısıyla aslında klasik anlamda "okul" bizler için henüz çok yeni. Benim annemannem ilkokul 3 terk. Onun annesi okul binası bile görmemiş. Ama kendi başlarının çaresine bakabilen kadınlardı her ikisi de (anneannemin annesi ben 12 yaşımdayken vefat etmişti). Yani evokulu mezunuydu her ikisi de ki biz ona halk dilinde "hayat okulu" diyoruz :)

      "Olabilir mi acaba?" diye bir düşünce düşmeye görsün insanın aklına, istenilen her sistem, her koşulda işler aslında, ...
  3. Çokbilmiş, hepsi iyi hoş güzel ama tam zamanlı çalışan bir anne nasıl ev okulu yapabilir ya da gün içinde çocuğuyla aktivite planlayabilir? Bu noktada bakıcıların da yardımcı olmadığını ekleyeyim.
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Sorunu okuyunca sırf bu konuda bir yazı yazmak istedim. Tam toparlayabilirsem yazarım ama kısaca cevap vereyim:

      Bu konuda kesin karar verdikten sonra tüm yaşamınızı evokuluna göre planlamanız gerekiyor. Öncelikle tek çocukla mı kalacaksınız? 2 çocuk yapacaksanız, tek çocuğun okul parası ile evokulu yapabilecek bir dadı tutarsanız kara bile girebilirsiniz. Tek çocukta kalacaksanız, tek çocuğu özel okula gönderecekseniz, okul artı servis parasına denk bir ücretle sigortalı özel öğretmen çalıştırabilirsiniz. Kafa kafaya denk masraf olur. Yok, eğer devlet okuluna gönderecekseniz, tam gün devlet okulu yok. Öğleden sonrası için yine bir bakıcı ayarlamanız gerekecek, bakıcı yerine okulöncesi eğitim meslek liselerinde okuyan ve staj yapacak yer arayan bir abla ile anlaşabilirsiniz vs vs. Tüm bu ekonomik kısımları hesap edebilirsiniz.

      Gün içinde aktivite şöyle planlanlayabilirsiniz: Siz akşam eve geldikten sonra ne yaptıramazsınız çocuğa? Ev dışı aksiyonları yaptıramazsınız. Ben mesela bakıcı alırken ilk koşul olarak bunu ileri sürmüştüm: Yaz kış, öğlen uykusundan önce ve sonra olmak üzere 2 kez, en az 4-5 saat sokakta olmalarını istediğimi söylemiştim. Şaşırtıcı olmayacak şekilde Rus asıllı bir Özbek bakıcı ile anlaşmak durumunda kalmıştım :) Özellikle okulöncesi ve ilkokul zamanında fiziksel hareket evokulunun temelini oluşturuyor. O nedenle en niteliksiz bakıcı bile çocuğu oyun parkına götürebilir, en önemlisi de budur bence.

      Çalışan anne çocuğu ile daha fazla zaman geçirmek istiyorsa öncelikle ev işlerinden fedakalık etmek ve evişlerini planlamak zorunda. Öncelikle mesela her hafta cam çerçeve silinmez. Sabahtan akşama çalışan bir insan, haftasonu 2 gün gündüz gözüyle göreceği cam için, o haftasonunun bir gününü ayırmaz. Ayırırsa çocuğundan çalar. İlla ki cam çerçeve her hafta silinmek zorundaysa, gözü kapalı güvenilecek bir yardımcı bulunur, sabah ev ona teslim edilip çıkılır, evin temizliği ona emanet edilir. Yemek işi planlanır, işte pazartesi bakliyat, salı balık, çarşamba sebze vs vs diye her gün hangi tür yemeğin pişirileceği önceden tüm aile tarafından bilinir. Zaman Planlaması etiketi altında birçok yardımcı elektronik alet tanıtımı yaptım burada. Yemek konusunda da Sİnbo elektirikli tencereyi yazmıştım. Yakında "yavaş pişirici" yazısı da yazacağım. Bu iki alet de yemek pişirme konusunda çok yardımcı olur çalışan anneye. Hatta Çorbacı bile çıktı. otomatik rende makinesi bile var. Kavurma yapmak için Tefal Actifry var. Artık ailenizde en çok neler yeniyorsa, ona göre biri seçilebilir. Sonra evin sadeleşmesi lazım. Kalabalık yaratan eşyalardan, işyükü yaratan fazladan biblolardan, kitaplardan, oyuncaklardan kurtulmak lazım. "Toplama" derdi azalınca, evişi de azalıyor. Ev ile ilgili daha pek çok şey organize edilebilir.
    2. Fazla uzun yazmışım, yanıtımı ikiye bölmem gerekti, gevezelik başa bela :)

      Sonra gelelim çocukla yapılacak aktivitelerin orgaizasyonuna: Pazartesi boya günü olur, her yaştan çocuk en azından parmak boyası yapabilir. Boya sevmiyorsa hamur oynama günü olur. Salı günü elişi günü olur. İnternetten pekçok kaynak bulunabilir. Bilmiyorum sabah 9-akşam 5 kafasını kaldırmadan çalışan var mıdır? Ben çalışırken bol bol çay kahve içip, laklak yapacak zamanım oluyordu. O zamanın bir yarım saatini önceden belirlediğim sitelerden kolay aktivite bulmak için harcayabilirdim. Ama eğer önhazırlık yapmak zor geliyorsa 3 yaşına kadar Adım Adım dergisi ve bilahare kutuları, 3 yaşından sonra da BArdabas kutuları benim için kurtarıcı oldu, şiddetle tavsiye ederim. Her türlü materyali hazır gönderiyorlar. Ya-pa vs gibi markaların da Aktivite Kitapları var. Bir kırtasiyeye girip sorduğunuzda kes-yapıştır türevi bir sürü ktivite kitabı bulabilirsiniz. Çarşamba bedensel hareket günü olur. Her yaştan insan en azından yoga yapabilir. Çocuklarla yoga diye bir kitap alın. EN azından bağdaş kurmak, çökmek vs gibi hareketleri yapabilirsiniz. Maksat birarada zaman geçirmek olsun. Hiçbir şey yapamasanız oyun havası açıp karşılıklı göbek atarsınız, çocukların en sevdiği aktivitedir bu genellikle :) Perşembe ev işi günü olur. Çamaşır makinesine çamaşırları atarsınız. Renkliler beyazlar diye kirlileri ayırırsınız. Ya da makineden temiz çamaşırı çıkarıp kurutma askılığına asarken çocuğunuzdan 2 yeşil mandal isteyebilirsiniz. Ya da kurutucu kullanıyorsanız, kurutucudan çamaşırları alıp katlama ve yerini bulma veya çorap eşleştirme oynayabilirsiniz. Ya da bulaşık makinesini birlikte doldurursunuz. Tüm kirlileri lavaboya doldurup "Sen durula, ben yerleştireyim" diyin, akşamınız şenlensin :) Ya da temiz bulaşıkları birlikte boşaltın, en küçük çocuk bile sepeti tutabilir. "2 kaşık, 3 çatal" isteyebilirsiniz. Ya da yere bir yaygı serip, sepetteki çatalları bir araya dizmesini isteyebilirsiniz. Offf çok uzadı, o kadar çok fikir geldi ki şu anda aklıma. Dediğim gibi, ayrı bir yazı yazsam iyi olacak bu konuda...

      Önemli olan bu konuda kafa yormak. Herkes kendi aile düzenine uygun bir şeyler bulabilir eminim.
  4. Daha kızım iki yaşında bile değil ama bu mevzuyu düşümüyorum zaman zaman. Kendim üç çocuklu ailenin en küçüğü ve neredeyse tüm okulları yarım gün okumuş biri olarak kalan tüm zamanlarımda evokulu yaptım bir çeşit. Annemden ablalarımdan veya sadece kendi basıma kütüphaneye gidip çalışarak çok şey öprendim ve zevk alırdım. Şimdi kızımı okula göndersem bile tam gün olmasını hiç istemiyorum, günün geri kalanını ben yönlendiririm okulda ise hiç bir sey öğrenmese dert değil
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Bence yorumunun en vurucu noktası "zevk alırdım" kısmı. Zevk almadna öğrenilemez zaten, insanın doğasına aykırı.

      Aslında ilk başta ben de senin okul hayatın gibi bir hayatı düşleyerek yola çıktım. Ama sistem o kadar değişmiş ki, mümkün değilmiş gibi geldi. Kısaca anlatmayı deneyeyim (en beceremediğim şey de bu: kısaca anlatmak)

      Yarım gün okul kalmamış. Bulunduğum bölgede bir tek devlet okulu var, o da tam gün. Tam gün kelimesi de yanıltmasın, saat 15.00'a kadar. Okula yazdırdım mı mecbur o saate kadar göndermek zorundayım. Sonra Proje Ödevi diye bir şey çıkarmışlar. Müfredat gereği verilmesi zorunlu ödev. İlkokul birinci sınıf çocuğuna "Kartondan kasaba kur" diye ödev vermişler. Çocuk bunu kendisi yapabilir mi? Benim bildiğim bir çocuk, mimarlık okuyan komşu abiye yaptırmış. Şimdi diyelim başka bir çocuk da kendisi yaptı, diğeri de yeteneksiz annesi ile yaptı (ki bu da ben olabilirim). Ödevler okula gitti. Çocuklar aptal değil, öğretmen çok iyi niyetli olsa ve ödevleri kmin yaptığını anlayarak değerlendirse bile (ki öyle de öğretmen kaldı mı bilmiyorum), çocuklar güzel olanla eciş bücüş olanı kendi içlerinde ayırabilirler. Şimdi çocuklar ne öğrendi bu ödevden? Komşusuna yaptıran: İşi bir bilene yaptıracaksın, böylece en güzel seninki olur; dersini aldı. Ödevini kendisi yapan, kendi sınırlarımı zorlayarak yaptığım en iyinin bile bir kıymeti yok; dersin aldı. Ödevini annesine yaptıran, benim annem yeteneksiz, bana pek bir faydası olmaz; dersini aldı.

      Yani ben okulda hiçbir şey öğrenmeyecek olsa güle oynaya yollarım. Benim korkum öğrenecek olduklarından yana. Anlatabiliyor muyum emin olamadım. Kimseyi de kırmak istemem ama benim gözümde sistemin şu anki hali bu maalesef...
  5. Tas,tarak derken mesleği de bıraktıracaksın bana ÇokBilmiş:)Seni okuyorum, okuyorum sonra ders sırasında trak geliyor, n'apıyorum ben şu an burada ve bu çocuklara, derken buluyorum kendimi.Bana bir antrakt lazım herhâlde.
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Antrakt hayatın her anında lazım bence. İnsan durup durup "Ben şimdi neyi niçin yapıyorum" demeli. Ben durup durup kendime "6 aylık ömrün kaldı deseler ne yaparım?" diye sorarım. Mesela kızımı 2-2,5 yaş arası, günde sadece yarım saat görmek suretiyle doktora tezi yazdım. 6 aylık ömrüm kalmış olsa gene de yazardım, benim için önemliydi, kendimi ispat yolumdu, kızıma bırakacağım çok değerli bir hediyeydi, ben olmasam bile kızım fakültenin kütüphanesindeki o tezden güç bulabilirdi (ben babamın yükseklisans tezi ile hep gurur duydum içten içe). Sonrasında koşullarım değişti, benim fiziki sıkıntılarım oldu. "Kendimi zorlamaya değiyor mu? 6 aylık ömrüm kalmış olsa bu kadar zorlar mıydım kendimi?" dedim. Herkesin "Deli misin sen, bu kariyer kesintiye uğratılır mı? Rüzgarı arkana almış kaptırmışsın hazır sonuna kadar git" dedikleri noktada, durdum birdenbire. Mutlu muyum? Mutluyum.

      Olay çalışmak ya da çalışmamak değil yani, olay verdiğin kararla mutlu olmak. Eğer bulunduğun durumda mutluysan her şeyin bir çaresi bulunur, her istediğini yapabilirsin. İnsanoğlu çok esnek, her kaba girebiliyor isteyince...
  6. bir öğretmen olarak içinde bulunduğumuz eğitim sisteminin aksaklıklarının farkındayım. bu yüzden 6 aylık kızım var ama ilerde evde eğitim yapabilmek en büyük hayallerimden biri. bu arada yorumlarınız çok eğitici teşekkürler
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Eğitim sistemi eleştirisi ve okulsuz eğitim ile ilgili yazdığımda en çok yorum yazarak onaylayan meslek grubu öğretmenler oluyor. Sistemin bir parçası olduklarından, aksaklıkların en çok onlar farkında demek ki... Umarım isteklerimiz gerçek olur. Yorumlarımın bile okunduğunu görmek ve bir öğretmenden iltifat almak beni çok mutlu etti, teşekkür ederim.
  7. Bu konuda fikirlerim çok değişmeye başladı son yıllarda. Okulda yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen okulu seven biriydim. Ve hep öğretmen olmak istedim. Hala istiyorum ama diğer yandan, okudukça ve ben büyüyüp değiştikçe ev okulu fikrine yaklaşmaya başladım. Hayatta kaçırdığım, eksik olduğum şeyleri gördükçe, hele kaybettiğim zamanların geri gelmediğini gördükçe. İleride ev okulu yapabilmeyi çok isterim. Ama önce kendi hayatıma bakmam lazım. Şimdi ne yapsam bilmiyorum öğretmenlik konusunda, hala fırsatım var ama kafam çok karışık. Bu konuyu çevirmene ve özellikle de fikir ve yorumlarını eklemene öyle sevindim ki Çokbilmiş anlatamam. Yazıyı 2-3 kere okudum.
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. Öğretmenlik yanında diğer olasılıkların nedir bilmiyorum. Ama evokulu yapmak niyetindeysen öğretmenlik uygun bir meslek, çalışma saatleri ve çalışma koşulları bakımından. Ayrıca yaygın eğitimde öğrenim görmekten başka şansı olmayan ve sistemi kusurlu bile bulsak, tek kurtuluşu bu sistemde okumak olan çocuklar var. Öğretmenlik kutsal bir meslektir...
  8. İzin veririrseniz yazınızı bloğumda link vererek yayınlamak isterim. Benim çocuklarımda okula gitmek istememişlerdi. Seçeneğim olmadığı için zorla yolladım. Öğrendiklerinide internetten kendi arzuları ile araştırarak öğrendiler. Öğretmenlerinin hakkını yemiyelim. Okullar o kadar kalabalık ki Karışıklık kavga vs çok oluyor. Sistem yenilenmek istiyor.
    Yazınız için teşekkürler. Aklımıza yeni bir sistem koydunuz. Artık torunlarım olursa düşüneceğim. Sevgiler.
    YanıtlaSil

    Yanıtlar




    1. Ne demek, onur duyarım. Zaten çeviri bir yazı, daha çok kişi tarafından paylaşılması ümidiyle çevirdim. İnşallah torunlarınıza kadar ciddi bir sistem değişikliğine gidilir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder